1 October 2017No Comments

Cem Adrian – Tuz Buz | Şarkı Sözleri

Cem Adrian'ın 2017 Kasım ayında çıkan onbirinci stüdyo kaydı, "Tuz Buz" albümünün şarkı sözleri:

1 · Kurşun
2 · Ölüyorum Ellerinde
3 · Beni Hatırladın mı (feat. Birsen Tezer)
4 · Seni Seviyorum
5 · Bu Gece Uyut Beni (feat. Ceylan Ertem)
6 · Buruk (feat. Halil Sezai)
7 · Hala Senin Suçun Var
8 · Yine Özledim
9 · Zaman
10 · Gidemem
11 · Tut Elimi
12 · Geçecek
13 · Tuz Buz

 

Kurşun

Sessizliğin içinden yürüyen,
Karanlığın dibinden süzülen,
Bir gölge gibi şimdi ismim peşinde...
Sürüklenip duran bir kalp zavallı hece...
Dilimde sen...

Sakladığın her çekmece,
Üzerini çizdiğim her cümlede,
Sustuğun kelimeler, kustuğun cümlelerde,
Gidip gelen, gelip giden, söküp diken, dikip söken,
Zamanın ellerinde hep sen...

Üzerimde, içimde, debelendiğim bedenlerde
Bulduğum kırdığım o zavallı çaresiz kalplerde,
Kısık kısık, delik deşik, silik silik bakan,
Yarı kapalı, yarı açık o yalvaran aciz gözlerde...

Sövdüğüm, saydığım, gittiğim, kaldığım,
Yattığım, kalktığım, çıktığım, battığım,
Yaralandığım, yaraladığım, yakaladığım, yakalandığım,
Karanlıklar içinde, hep sen...

Unuttuğum unutulduğum,
Kopardığım koparıldığım, dağıttığım dağıtıldığım,
Parça parça bir nar gibi saçıldığım,
Parçalandığım parçaladığım,
Her kırık kalpte, yine sen...

Yazdığım yazıldığım, duvarlara kazıdığım,
Kayıp çocukların kalplerine karaladığım,
Gecelerce gündüzlerce, binlerce yıldır hep kanadığım,
Kanattığım her cümlede, sen...

Yaktığım yandığım, küllerinden yarattığım,
Can alıp can verip, ömürlerce yaşattığım,
İnandığım...
İnandırdığım...
İnanıldığım...
Bu aşk hep, sen...

Ve sen...
Önünde diz çöktüren...
Bir sözle öldürüp...
Bir sözle dirilten...

Ah vurur beni...
Kurşun gibi...
Kalbimden…

 

Ölüyorum Ellerinde

Bir aşığın hayaleti dolaşıyor hala evimde…
Bir hayalin kırıkları batıyor göz bebeklerime…
Yüzümde aynı yalanlar…
Yalnızlığımın korkusu bu…
Işıkları hiç açmadan sevişmemin sebebi bu…

Uyumak istemiyorum… Uyumak istemiyorum bu gece…
Uyuşmak istemiyorum… Unutmak istemiyorum bu gece…

Al ellerimi ellerine…
Sar yüreğini yüreğime…
Bak gözlerinin önünde…
Bırak beni kaderime…

Vur kederini kederime…
Saç küllerini küllerime…
Bak gözlerinin önünde…
Ah ölüyorum ellerinde…

Bereciksiz bir intihar…
Yalnızlıktan ötesi yok…
Sen kalsan ben giderdim…
Seninle hiç ilgisi yok…

 

Beni Hatırladın Mı? (feat. Birsen Tezer)

Beni hatırladın mı...
Yüzümdeki çizgilerimin ressamı...
Hatırladın mı...
Bu benzersiz eseri...

Beni hatırladın mı...
Kalbimleri harabelerin mimarı...
Hatırladın mı...
Nasıl yıkıp döktüğünü...

Her acı zamanla geçmez...
Her giden mutlaka dönmez...
Her aşık bir gün affetmez...
Kalbi artık çarpmayınca...

Her ateş küllenip sönmez...
Her yara bir gün iyileşmez...
Her umut yine yeşermez...
Artık hiç inanmayınca...

Beni hatırladın mı...
Kalbimdeki parıldayan o elması...
Hatırladın mı...
Nasıl söküp aldığını...

Beni hatırladın mı...
O rengarenk rüyalarımın hırsızı...
Hatırladın mı...
Bıraktığın kabusları...

Her acı zamanla geçmez...
Her giden mutlaka dönmez...
Her aşık bir gün affetmez...
Kalbi artık çarpmayınca...

Her ateş küllenip sönmez...
Her yara bir gün iyileşmez...
Her umut yine yeşermez...
Artık hiç inanmayınca...
(x2)

Beni hatırladın mı...
Sırılsıklam şarkılarımın şairi...
Hatırladın mı...
Bu titreyen ellerimi...

 

Seni Seviyorum

En çok ben razıyım düşmeye…
En çok ben seninle…
Hiç kimsenin çıkmadığı bir yerden dünyayı izlemeye…

En çok ben razıyım yanmaya…
En çok ben alev alev…
Hiç kimsenin geçmediği bir ateşten yalınayak yürümeye…

Seni seviyorum…
Çok seviyorum…
Bir kar tanesi gibi elinde yavaş yavaş eriyorum…

Seni seviyorum…
Hep çok seviyorum…
Vurulmuş bir gemi gibi önünde ağır ağır batıyorum…

Biliyorum ilk söyleyen hep kaybedermiş…
Birileri söz verirken hep vazgeçermiş…
Kelebeğin kanatlarına dokunmak gibiymiş...
Oysa hep aşk mahvetmek demekmiş…

Biliyorum ilk söyleyen hep kaybedermiş…
Birileri söz verirken hep vazgeçermiş…
Bir çocuğun yalanlarına inanmak gibiymiş...
Oysa hep aşk kaybetmek demekmiş…

 

Bu Gece Uyut Beni (feat. Ceylan Ertem)

Bu gece uyut beni...
Bu gece kollarında...
Göster bana yüzünü cennetin...

Bu gece avut beni...
Bu gece kollarında...
Kurtar beni elinden cehennemin...

Bu gece uyut beni...
Bu gece kollarında...
Çevir bana yüzünü umudun...

Bu gece ısıt beni...
Bu gece kollarında...
Erit kalbimdeki buzulları...

Bir katil gibi peşimde zaman...
Boğazımda düğüm düğüm adın...

Kalbindeki çalan şarkıyı duymak isterim...
Ellerinden yalanları silmek isterim...
Yüzündeki acılardan öpmek isterim...

Bu gece kollarında ölmek isterim...
Yeniden bir sabaha doğmak isterim...

Bu gece kollarında ölmek isterim...
Yeniden seninle doğmak isterim...

 

Buruk (feat. Halil Sezai)

Artık senin olmadığın bu ev...
Benim cehennemimdir...
Bıraktığın bir yarım hayat...
Benim tesellimdir...

Gözyaşlarım akmıyor artık...
Gözyaşlarım senindir...
Bak çocuklar hiç gülmüyor artık...
Bunun suçu benimdir...

Ah içimde...
Ah içimde...

Sen giderken eğilen yüzüm...
Benim acizliğimdir...
Bastığın her kaldırım taşı...
Senin cinayetindir...

Durdurmuyor hiç durmuyor artık...
Zaman felaketimdir...
Her gün can alıp, her yeni gün veren...
Umut benim zehrimdir...

Ah içimde...
Ah içimde...

Kırık dökük bir can,
Yitik bitik bir kalp,
Yanık yenik bir aşk var içimde...

Zifir siyah bir his,
Feryat figan bir ses,
Emanet bir nefes var içimde...

Ah içim hep...

Buruk.

Seni sen giderken gelen yağmurlara emanet ettim...
O çok sevdiğin kır çiçeklerine...
Vazgeçirip sonbahardan seni taze ilkbaharlara emanet ettim...
Seni çıkmaz sokaklardan uzun yollara...
Karanlıktan aydınlığa emanet ettim...
Derinlerden bulutlara...
Siyahlardan beyazlara emanet ettim...
Tüm yazgıları silip ellerimle...
Seni başka bir kadere emanet ettim...
Seni kendimden sakınıp...
Bir başka kalbe emanet ettim...
Seni bir felaketten esirgeyip...
Bir umuda emanet ettim...

Buruk...

 

Hala Senin Suçun Var

Geçiyor üstüme basa basa...
Geçiyor her şey... Geçiyor zaman...
Diyorlar her siyahın içinde...
Hala biraz ışık var...

İyileşiyormuş her şey zamanla...
Kapanıyormuş tüm yaralar sabırla...
Diyorlar her gidenin ardından...
Hala biraz umut var...

Oysa...

Tüm şarkılar bittiğinde...
Yalnızlığın ellerinde...
Gecenin en köründe...
Hala senin sesin var...

Alev alev şehirlerde...
Vurulduğum caddelerde...
Duvarlarda ellerimde...
Hala senin isimin var...

Hissizleşen bedenimde...
Kırık dökük her yerimde...
Çarpıp duran şu kalbimde...
Hala senin izin var...

Yalanlarda yeminlerde...
Reddettiğim kaderimde...
Vazgeçtiğim bu ömürde...
Hala senin suçun var...

 

Yine Özledim

Bir gün biri değerse kalbine...
Isınırsa o küçücük ellerin...
İnanırsan yine yeryüzündeki cennete...
Tutunabilmeyi başarabilirsen bir ele...

İçinden gelirse bir şarkı söyle...
Kendin için gülümse her güne...
Eğer ki olursa hep iyi hatırla...
Karanlıkta sana uzanan ellerimi unutma...

Özledim evet evet yine özledim...
Sen giderken ben hep yağmurları dinledim...

Özledim evet evet yine özledim...
Benden büyük bir aşkı nerelere gizledim...

Özledim evet evet yine özledim...
Ben üşürken uzakta hep seni düşledim...

Özledim evet evet yine özledim...
Koskocaman acıları nerelere gizledim...

Bir bilsen...

 

Zaman

Beni bırak, beni düşünme...
Her şey geçer günü gelince...
Son yaprağın yere düşünce...
Geçecek... Geçecek... Geçecek...

Bizi bırak, bizi düşünme...
Aşk ölüyor sözler bitince...
O bize sırtını dönecek...
Bitecek... Bitecek... Bitecek...

Sen nasılda gidiyorsun...
Çiçekleri eziyorsun...
Şimdi birer birer yıldızlarım...
Sönecek... Sönecek... Sönecek...

Ama nasılda gidiyorsun beni...
Karanlığa itiyorsun bizi...
Yüzümdeki aydınlığı çalıp,
Kalbimde karanlık bir harabe bırakıp...

Zaman... Zaman... Zaman... Zaman...
Ucu keskin bir bıçak gibi batıyor...
Göğsümün tam ortasından deşiyor...
Sana dair ne varsa kanatıp...

Zaman... Zaman... Zaman... Zaman...
Öldürmeyen bir silah gibi vuruyor...
Önünde diz çöktürüp acımasız...
Canımı öyle bir fena yakıyor...

Zaman... Zaman... Zaman... Zaman...
Kanatlarımı sırtımdan ayırıp...
Umudumu bedenimden haince sıyırıp...
Yalanlarla dolanlarla paramparça...

Zaman... Zaman... Zaman... Zaman...
Ah... Nasıl da geçiyor...
Üzerime basa basa ağır ağır...
Seni benden çala çala bağır çağır...
(x2)

 

Gidemem

Elimi uzatıp karanlığa,
Bir ışık tuttum avucumda...
Dokundukça kanatan keskin bir aşka,
Sarıldım, uyudum kollarında...

Söv hadi yalnızlığıma...
Söv çekip vuranlara...
Göğsümün ortasında bir ateş var...

Duymuyor sözlerimi...
Titreyen nefesimi...
Kalbimin karşısında bir silah var...

Gidemem, gidemem bırakıp...
Bırakıp gidemem, gidemem...
Vururum, çarparım duvarlara...

Bilemem, bilemem sonumu...
Soramam, soramam kimseye...
Küserim, susarım duvarlara...

Söv hadi yalnızlığına...
Söv çekip vuranlara...
Göğsümün ortasında bir ateş var...

Duymuyor sözlerimi...
Titreyen nefesimi...
Kalbimin karşısında bir silah var...

Gidemem, gidemem bırakıp...
Bırakıp gidemem, gidemem...
Vururum, çarparım duvarlara...

Bilemem, bilemem sonumu...
Soramam, soramam kimseye...
Küserim, susarım duvarlara...
(x2)

 

Tut Elimi

Yardım et.. Önüm çok, çok karanlık...
Sessizce çöküyor üstüme gece...
Kalbim önümdeki ay ışığı gibi...
Kalbim vurur karanlığın içinde...

Benim tut elimi...
Tut elimi...
Düşüyorum, düşüyorum...
Uzat ellerini...

Tut elimi...
Tut elimi...
Düşüyorum, düşüyorum...
Uzat ellerini...

Tut elimi...
Tut elimi...
Düşüyorum, düşüyorum...
Tut elimi...

Tut elimi...
Tut elimi...
Düşüyorum, düşüyorum...
Düşüyorum...
Düşüyorum...

 

Geçecek

Bir yol var bilirim..
Yürürüm...
Yürürüm yol sensiz...

Bir yer var bilirim..
Giderim...
Orada herşey renksiz..

Zaman geçerken...
Benden çalarken...
Dağıtıp saçarken...
Umutlarımı savurup...

Hayat yiterken...
Koşup kaçarken...
Beni iterken...
Biliyorum...

Geçecek...
Geçecek...

Her şey yine...
Bitecek...
Bitecek...

Bu yağmurlar...
Dinecek...
Dinecek...

Kalbim yine...
Sevecek...
Sevecek...

Geçecek...

 

Tuz Buz

Kayboluyor gözlerimden...
Uzaklaşıp kalınlaşan sis perdesi arkasında ellerin...
Terkediyor vücudumu umudumun zerreleri...
Keskin bir yara yüzümdeki metanet...

Tuz buz... Tuz buz kalbim tuz buz... Tuz buz...
Artık yok olsan da, yokluğun bile aşktır bana...

Tuz buz... Tuz buz kalbim tuz buz... Tuz buz...
Artık hiç olsam da, hiçliğim bile aşık sana...

Vuruluyor birer birer...
Gökyüzümün yıldızları...
Yıldız tozları...
Dağılıyor evrene...

Çekiliyor damarlarımdan...
Yaratanın sonsuz kudreti...
Kaybettiğim her savaş...
Uzaklaşan gözlerin....

Tuz buz... Tuz buz kalbim tuz buz... Tuz buz...
Artık yok olsan da, yokluğun bile aşktır bana...

Tuz buz... Tuz buz kalbim tuz buz... Tuz buz...
Artık hiç olsam da, hiçliğim bile aşık sana...

 

Söz & Müzik : Cem Adrian
UJR Productions (2017)

10 August 20151 Comment

Pozitif ve Negatif Roller

Çevrenizdeki insanların gelişiminizde ne kadar rol oynadığını, onların sizi ne kadar çok etkilediğini ve olumlu/olumsuz hangi yöne çektiğini, eğer fark edebilirseniz değiştirebildiğiniz bir hayatta yaşıyoruz. Bunun için tam olarak neler yapabildiğinizi fark etmeniz gerekiyor.

Read more

18 September 2014Comments are off for this post.

Sana Bunları Hiç Bilmediğin Bir Yerden Yazıyorum | Şarkı Sözleri

Cem Adrian'ın 14 Ekim 2014 tarihinde çıkan dokuzuncu stüdyo kaydı, "Sana Bunları Hiç Bilmediğin Bir Yerden Yazıyorum" albümünde 12 şarkı bulunmaktadır. Albümün ilk klibi “Beni Hâlâ Öldürüyorsun” Eylül ayında sosyal medya kanalları üzerinden müzikseverlerle paylaşıldı. Klibin yönetmenliğini Fatih Şentürk ve Cem Adrian birlikte üstlendi.

Read more

17 September 2014No Comments

Kerem Görsev Trio & Ernie Watts

3 Gece 3 Yıldız - Klasik & Jazz Müzik Festivali etkinlikleri çerçevesinde 17 Eylül'de ODTÜ Vişnelik Çim Amfi'de gerçekleşen Kerem Görsev Trio & Ernie Watts konseri, serin havaya rağmen çok güzel ve keyifli geçti.

Read more

9 September 2014No Comments

Cem Adrian – Beni Hala Öldürüyorsun

Cem Adrian'ın Eylül ayı sonunda çıkacak olan son albümü, Sana Bunları Hiç Bilmediğin Bir Yerden Yazıyorum'un 12. parçası olan Beni Hala Öldürüyorsun için hazırladığımız video klip ve şarkı sözleri;

Read more

2 August 2014No Comments

İstanbul mu? Ankara mı? ya da…

[vc_row][vc_column][vc_column_text]İstanbul mu Ankara mı sorusu, bu aralar yaşam seçimi konusundaki ilk sırasını kimseye kaptırmıyor. Hala nerede yaşamak istediğimi karar verememekle birlikte yanına eklenen yurtdışı mı acaba soruları ise iyice karmaşıklaştırıyor. Maalesef an itibariyle tasımı tarağımı toplayıp, egeye yazlığa yerleşip, bağ bahçe bakayım, domates biber yetiştirip, keyfime bakayım özgürlüğüne henüz sahip olamadığım için, o isteği erteleyip, iş ve hayat konusunda seçimler yapmam gerekiyor.

Bu seçimlerin en başında işten önce yaşamak istenilen şehri seçmek gerekiyor sanırım. Zaten o kısmı seçtikten kesin emin olduktan sonra bir de iş konusunda karar gerekiyor. Bazen ne istemediğimi biliyorum ama ne istediğim konusunda en ufak bir fikrim yok sanırım. Bu da tüm herşeyi büyük bir karmaşaya sürüklüyor..

"Neden Ankara" sorusuna net cevaplarım var aslında. Hep bilmeden istediğim şehir olarak başlasa da tüm maceram, artık bildiğim bir şehir oldu. İstediğim mi emin değilim fakat en azından burada yaşamanın ne demek olduğunu biliyorum. En başta Ankara hayallere sahip olmak demek. Küçük/büyük hayallere sahip olup, bunları gerçekleştirmek için çabalamayı anlatır bana Ankara. İstanbul'da nasıldır pek bilmesem de, Ankara aşık olmak demek sanırım. Koşuşturmanın az olduğu, aşık olma farkındalığının gerçeğe dönüşmesi belki de.. Bir de çevre denilen kavram biraz daha yakın Ankara'da. Herkes birbirini tanıyabilir veya tanışabilir. Bu çevre de çabucak genişleyebilir. İstanbul'da kim kimi tanıdığını hatırlamıyor bile. İş konusunda da, İstanbul'da büyük markalara, büyük işler yapılırken, Ankara'da samimi işler yaparsınız çevrenize veya çalıştığınız ortamda. Ama her yerde il ayrımı yapmayan kaypak, egolu ve paragöz bir iş sahibine sahipseniz, ne yaptığınızdan keyif alır, ne de kendinizi üretici hissedersiniz.

Tüm çekincenin başlangıcı da sanırım burada başlıyor. İstanbul'da da, Ankara'da da yaşayacağınız tek şey mutsuz olacağınız işlere dahil olmak. 20bin lira maaş alıp, elinizde tüm gün viskiyle gezen bi yerde çalışmıyorsanız, mutlu olmaktan bahsetmek mümkün değil keza öyle bir halde de her gün bayağılaşan bir şeyden de, bir yerden sonra mutluluktan söz etmek mümkün değil.

Reklam piyasasında çalışmak sanırım istemiyorum, (büyük konuşup başıma gelmesin de) çünkü kıçını devirip akşam saat 4'te iş yollayıp ertesi güne zorla iş isteyen bi piyasaya çalışmak istemiyorum. Çünkü ben Ego'ya karşıyım. Bir nebze egonun baskın değil, insanın egosuna baskın bir birey olmasını, çok ince noktalarda geçici olarak ikisinin düzeyli bir şekilde yer değiştirmesi kanısındayım. Tasarımcının ben tasarımcıyım böyle olmalı, iş sahibinin ben buranın sahibiyim böyle olmalı mesaisiz bu saate çalışmak zorundasınız, müşterinin de ben müşteriyim parayı ben veriyorum ben istiyorum bu boktan şey olmalı mantığından öte üretilen şeyin herkes açısından en uygun şey olması inancındayım. Tabii ki bu isteğim bir ütopya olduğu için reklam dünyası biraz egale oluyor benim için. Tabiiki tasarım da insanı tatmin edici bir hale dönüşmesi gerekiyor. Bence tasarımı yaptıran ve yaratıcılığı destekleyen şey, bu geri dönüş tatmini. Reklam evet bunu anlık sağlıyor. Çok başarılı bir iş hazırlandığında portfolyonuzda da hep aynı haliyle kalıyor. Fakat şöyle en basitinden linkedin üzerinden bakınca CV'sinde 1-2 sene, 1-2 şeklinde listelenen ajanslar silsilesi oluşturan art direktörlerle dolu. Metin yazarlarına baktığımızda da çoğu böyle olsa da en azından bu açıdan tutarlı daha fazla insana sahipler. İnsanlar mutlu ve bu kadar değişken bir piyasa olmasa daha uzun listeler görülebilirdi. Ha buna ek olarak bu listeye çevremden duyduğum sözleri de eklemek gerek. Ne Ankara, ne de İstanbul'da mutlu reklamcı diye bir şey yok. Duyulmuyor da. Anca besin sisteminin en üstlerinde yer alan creative title'ına erişmiş, tasarımcı veya metin yazarları harici pek yok. Bunlar da sayıca azlar zaten. Müşteri tarafında çalışmak daha iyi sanırım. Bu böyle olsun, şunu şöyle yapalım, mis.

Bu muhabbetin bi sınırı yok, bolca da devam eder. Sektör değişse de, Türk insanı değişmedikçe bunun değişebileceğine inanmıyorum. Bunu da ne ben görürüm ne de benim torunlarım (o düzey). Çünkü bizim temel kıvrak zekamız da; herşeyi ben bilirim kısmından ortaya çıktığı için, herkesin herşeyi bildiği bir ortamda, nasıl yeni birşey üretebilirsiniz ve yaratıcı olabilirsiniz ki? Çünkü karşınızdaki herşeyi biliyor. Siz sadece program kısmını kullanan ve hazırlayan amele aracısınız. Onca yıllık okulu ve emeği boşa harcadınız. Bunun yerine kendi başınıza öğrenip aynı işi yapabilirdiniz nasıl olsa üretimi müşteri yapıyor. Bu düşünce genel açıdan uzaktan baktığımızda, böyle gözüküyor.

İçine girince ise şöyle gözüküyor; herkes tasarımcı, herkes bu işi yapıyor, iyi kötü ayrımı yok, stajyer (köle) mantığı yüksek, ucuz iş gücü aranıyor. Böyle bir ortamda neyi isteyip istemediğimize net karar verebiliyorsunuz. Çevremde bu işle ilgilenen herkes mutsuz. Acaba bazen yanlış bir meslek seçimi mi yaptım diye de düşünmeden edemiyorum. Fakat şu var kısa zamanda geçiminizi sağlayabilecek paralar kazanabiliyorsunuz bu yüzden de kendinizi tam dipte hissetmiyorsunuz (genellikle). Örneğin İstanbul'da, CV'nizde iyi görünebilecek bir yer için stajyer olarak 1 sene boyunca bedavaya çalışabiliyorsunuz. Benim mantığım almıyor. CV tamam iyi şey, iş yapabilirsen şans bulursan o iş portfolyoda da iyi durur da, bedavaya çalışmak herşeyi geçtim çalıştırmak niyedir? Bu gibi şeyleri görünce hayat sorgulamanız sıfırdan başlıyor. Benim şansıma staj için iyi bir yere adım attım, cüzi de olsa stajyer maaşı aldım ve bunun yanında iş olarak bana güvenip iş verip, altından kalkmamı da sağladılar. Bu yüzden kendimi şanslı kesimde görüyorum. 3 ay staja gidip, bedavaya çalışıp, üzerine bi sürü ev kirası yaşamak için para veren arkadaşlarım da vardı. Hayattaki şansım bu konuda biraz iyi oldu fakat tam olarak değil.

Bu açıdan baktığımızda körü körüne İstanbul'a adım atmak saçma geliyor. Çünkü bu işin başında emekliyorsanız kimsenin size ihtiyacı olmaz, varlığınızdan haberleri yoktur ve ihtiyacı siz oluşturursunuz. Bunun için kendinize güvenmeniz gerekiyor. Ben şahsen biraz güveniyorum. Bunu yüzsüzlük veya ego değil, yaptığınız işe mantıklı bakma olarak algıyabilirsiniz. Çünkü verdiğiniz emek, başarı ölçütünüz, yaratıcılığınız eşittir özgüven denebilir. Okulumdan örneklemem gerekirse, benden önceki dönemlerden ve mezun olduğum dönemdeki genel uzaktan baktığımda, çoğunun standart bir şekilde ya basit veya ucuz bir işe girip çalıştıkları, ya da çalışmadıklarını görebiliyorum. Bir kısmının aile rahatlığı vardır belki orası ayrı tabii ki ama gidip başarısız olanları da biliyorum. Bu önünüzde biraz kıstas olsa da, okul hayatı boyunca okul projeleri dışında bir şey yapmamış, tasarımla ilgilenmemiş insanlarla kendimi bir arada maalesef tutmuyorum. Çünkü ben şansımı kendimin yaratabileceğine inanıyorum. Zaten şu an ki tüm kararsızlığımın sebebi de bu. Onlar gibi düşünseydim şu an bir işte çalışıyor, bu yazıları yazmıyor olabilirdim. Örneğin, ben İstanbul'da 1800-2000 TL'lik işi reddedebiliyorum. Bunun iki sebebi var, birincisi benden bir kişilik iş beklemiyorlar, dolayısıyla birkaç kişinin yapacağı işi yapmak için, ücret en azından biraz daha etkin olmalı. İkincisi, İstanbul'a taşınıp 1000-1500 lira kira verip 300-500 TL ile yaşamak zorunda kalıp, nefesim kokacaksa neden İstanbul'a gidiyorum? Hele de hayat İstanbul'da bu denli pahalıyken.. Benim mantığımda, Ankara'da benden istenilen normal bir işte çalışıp (atıyorum arayüz tasarımı veya grafik tasarım) 1500-2000 TL kazanabileceğimi biliyorum. Evimin şu an için hali hazırda orada olması da benim için bir avantaj. Tüm bunları düşününce, çalışma anlamında, böyle bir düşünce lüksüne sahip olabiliyorum. Maalesef iş konusunda herkes şu mantıkta yaşıyor. Sana o kadar parayı vermezler ki? Hiçbir şey öğrenmeyip, kendini geliştirmeyip, sadece okul için proje yaptıysan; "üzgünüm ama evet!" gelişime kapalı birine bu kadar para vermezler. Fakat kendini geliştirmeye açık tutup, elinde birkaç yüzük barındırınca biraz olsun daha etkili oluyor.

Bugün kendim için baktığımda, Grafik Tasarım bölümü mezunuyum. Bir grafik mezunu olarak kurumsal kimlik, logo tasarımı, broşür/katalog, poster, ambalaj tasarımı, reklam, vs. yaptığım kadar, bunun yanı sıra kendimi geliştirmeye çabalayarak, hem fotoğraf hem de video alanında kendimi geliştirmeye devam ediyorum ki hatta bazen ilgimin cinematography kısmına kayıp, görüntü yönetmenliğine mi yönelsem düşünceleri de kafamı kurcalamıyor değil fakat o ayrı bir uğraş gerektiriyor. Hatta bu videolar konuda çalışmasını sürdürdüğüm çok ciddi bir işte var, bir dostumla, bu kısmı daha süpriz. Detaylar sanırım 2015 Ocak ayına kadar gizli kalır. Her neyse, o yüzden bu çok ayrı bir alanda yer almaya devam ediyor. Buna ek olarak, arayüz tasarımıyla ilgileniyorum hatta daha çok keyif aldığım söylenebilir. Çünkü daha çabuk yenileniyor ve kendinizi hep yeni tutmalısınız. Web kadar mobil arayüz tasarımı da beni çok heyecanlandırıyor. Örneğin Android yeni yeni Google'ın "Material Design" yapısı geliyor olsa da, Apple iOS'un arayüz tasarımlarına hayranlık duyuyorum. Bu da ilgi alanımda beni yakın tutuyor. Tabii ki bunların yanında da 3 boyutlu / 3D ilgilendiğimi eklemem gerekir. Hayat Kimya / Molped, Test (Bingo), Atelier Rebul, Giztat gibi firmalarla da katalogları için 3 boyutlu tasarımlar yaptım, Motion / Animasyon, 3D Animasyon ve After Effects ile de ilgim bulunduğundan biraz olsun, kendimi rakiplerimin en azından bir kısmından belli bir şekilde ayırt ediyorum. Elbette belli konuda tamamen uzmanlaşmış kişilerle kıyaslanamaz bu kadar fazla şeye sahip olmak fakat bir şeyleri tamamen bunu yapmalıyım diye seçmeden önce hepsiyle ilginiz olması gerektiğine inanıyorum.

Tüm bunlara baktığımda, taşın altına gerçekten elimi koyduğumda, sahiplendiğimde çok fazla şey başaracağıma inanıyorum, çevremde de bu görüş böyle. Ama yine de şehir konusundaki bu kararsızlıklar beni çok fazla yoruyor. Düşüncelerimi tamamen kapatıyor. Ankara konusunda, belirli bir çevre var ve buradan alıp yürümek mi daha mantıklı onu da bilmiyorum.

Genel kanıya ait olarak, tıpkı sanatçılar gibi, Ankara'da artık tohumlar ekildi sanrım artık biraz yeşerdim dedikten sonra, İstanbul'a adım atma zamanı geldi mi demeli, yoksa Ankara'ya artık alıştık, burada bir düzen kurup, yerleşip sakin bir yaşam sürmeli mi demeli? Ya da tüm bunların arasından bir şans kapısı aralayıp, yurtdışında mı çalışmalı?

Eskiden askerlik vardı, askerliği yapana kadar düşünmem dediğim tüm sorular artık askerliğimi de yaptığımdan dolayı kapımı aşındırmaya başladı. "Sivil hayat" denen şey, yaşam kaygısı ve artık bir düzen oluşturma çabaları insanı oldukça yoruyor. Bu yüzden bazen keşke büyümeseydik desem de, maalesef bu kararsızlıklardan sıyrılıp bir adım atmak gerekiyor. İstanbul mu, Ankara mı ya da daha ötesi mi soruları artık yavaş yavaş sonuçlanması gerekiyor. Eylül geliyor, ayakları sağlam basmaya başlamanın vakti de yakın..

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]

27 July 2014No Comments

Her (2013) | Tasarım ve Teknoloji

"Yalnız bir yazar ve onun günlük hayattaki ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanan, yeni satın aldığı işletim sistemi ile arasında gelişen bir ilişki." diye açıklanabilir olsa da, bana göre Her, kelimelere dökülemeyecek kadar ince ayrıntılarla anlatılmış bir yalnızlık hikayesi.

Read more

27 August 2013No Comments

Cem Adrian – Tek Kişilik Aşk

[vc_row][vc_column][vc_column_text]Bu şarkıyı ilk kez 14 Aralık'taki konserden daha fazla kalamadığım,19 Aralık 2006 günü Beyoğlu Hayal Kahvesi konserinde telefondan bağlanarak dinlemiştim.. Konserden birkaç gün önce playlist hazırlarken, adını görüp, merak ettiğim ve sonunda telefonla da olsa dinlediğim, benim için en önemli, en çok sevdiğim nadir parçalardan birisidir. Ki bu önemi de hep bilinmiştir.. Bu sebepten tarihini hatırlamasam da, orjinal kaydına sahip olmaya hak kazanmıştım. Kısa bir süre önce şans eseri sayfada adını gördüğümde şaşırmıştım (- çünkü uzun zamandır bu şarkının duyulmasını istiyor olsam da, bir yandan da özel kalmasını istiyordum içten içe (: -) ve aslında sevindiğimi fark ettim.. Bugünse, en özel günüm, doğduğum gün. Bugün mailime bir mail düştü.. Ve sanırım, yıllardır aldığım en özel hediyelerden birisi olabilir.

Sadece ufacık bir not düşebilirim, orjinal kaydının vokallerinin neredeyse aynısı.. O kadar doğal, o kadar içten..
Cem Adrian - Tek Kişilik Aşk Şarkı Sözleri

Belki susmalıydım ama ben..
Konuşmalıyım.
Anlatmalıyım, her şeyi..

Çekip gitmeliydim belki de ama;
Anlatmalıyım..
Bilmelisin, her şeyi..

Yo yo yo..
Pişman değilim.
Unutmalıyım sadece ben.

Yo yo yo..
Yanlış anladın.
Avutmalıyım, kendimi..

Bu kadar..
Kısa değil bu,
Tek Kişilik Aşk..Bu kadar..
Bu kadar acı..

Bu kadar..
Kısa değil bu,
Tek Kişilik Aşk..

Devamı var..
Yalnızca, yalnızca acı..

Seni güneş saydım kendimi ay..
Tutulmalıydım..
Tutulmalıydım..

Ve seni ben..

Seni ılık bir esinti sanmıştım..
Kapılmalıydım..
Kapılmalıydım, rüzgara..

Yo yo yo..
Pişman değilim.
İnanmalıydım..

Ve sana ben..

Yo yo yo...
Bak, üzgün değilim..
Unutmalıyım, sadece..

Bu kadar..
Basit değil o,
Bilmediğin aşk..

Bu kadar..
Bu kadar acı..

Bu kadar..
Kısa değil o,
Görmediğin aşk...

Devamı var..
Yalnızca, yalnızca acı..

Gözlerimi açıp yeniden..
Uyanmalıydım..
Uyanmalıydım, bu sessiz uykudan..

Kalbimi senden geri alıp..
Koparmalıydım..
Kopmalıydım..

Yapamadım...

Yo yo yo...
Dursun istedim..
Durdurmalıydım bu sonsuz öyküyü..

Yo yo yo...
Ölüyordum..
Görmüyordun, önünde..

Ben denedim..
Denedim bitirmeyi bu,
Tek Kişilik Aşk'ı..

Ben denedim..
Denedim..
Denedim..

Bitsin istedim...

Bitirmeliydim..
Bu Tek Kişilik Aşk'ı..

Ben denedim..
Denedim...

..

Hâlâ bitmedi..

Bak..

Hâlâ acıyor..
Hâlâ acıyor..
Hâlâ acıyor..

Kırılan yerleri kalbimin...

Hâlâ acıyor..
Hâlâ acıyor..
Hâlâ acıyor..

Kırılan yerleri kalbimin...[/vc_column_text][vc_video link="https://www.youtube.com/watch?v=inVxhSLCn8M"][vc_column_text]

Söz & Müzik : Cem Adrian Albüm : Şeker Prens ve Tuz Kral

Cem Adrian - Şeker Prens ve Tuz Kral - Albüm Kapağı Cem Adrian - Şeker Prens ve Tuz Kral - Albüm Kapağı

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]

22 February 2013Comments are off for this post.

Kelebeğin Rüyası (2013)

[vc_row][vc_column][vc_column_text]

Başrollerini Kıvanç Tatlıtuğ ve Mert Fırat'ın paylaştığı film, II. Dünya Savaşı döneminde Zonguldak'ta yaşayan ve genç yaşta veremden ölen şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun yaşam öyküsünü anlatıyor. O dönemde şairlerin Mehmet Çelikel Lisesinde edebiyat öğretmeni olan Behçet Necatigil'i de Yılmaz Erdoğan canlandırmaktadır.

("Spoiler" vermeden aktaracağım bir yazı olacağını belirtmek isterim.)

Kelebeğin Rüyası filminin ilk sahnesi, bana uzun zamandır sinemada güzel bir Türk filmi izleyemediğimi anımsattı. Tek planda çekilen güzel bir sahnenin, "slow-motion" diliyle ne kadar güzel anlatılabildiğini gösterdi. Fazlaca hızlı değişen kamera açılarındansa, üzerinde bir emeğin olduğunu hissettirdi. Bu yüzden öncelikle Yılmaz Erdoğan'a teşekkür etmek lazım. Fakat azımsanmayacak şekilde filmde etkisini görebildiğimiz, filmde senaryosunun ve anlatımının güzel olmasının yanı sıra, filmin Görüntü Yönetmeni, Gökhan Tiryaki'nin ellerini sıkıp, tebrik etmek gerek. Senaryo ne kadar güzel olursa olsun, görsel anlatım yetersiz kaldığında ne kadar etkisiz olabileceğini hatırlattı bizlere. Hatta film bittiğinde görüntü yönetmeninin beklerken, yabancı bir isim beklediğimi söylemek ayıp olmaz. Gerçekten de Türk Sineması'nda aslında çok güzel işlerin yapılabildiğini gösteren bir yapım Kelebeğin Rüyası. Recep İvedik gibi 3-5 günde çekilen yapımların, Türk Sineması adı altında adledilip, gişe rekoru söylemlerine dahil olması, zaten sektörü en çok yaralayan şey. Kelebeğin Rüyası gişede nasıl bir başarı yaparsa yapsın, değeri çok yükseklerde olduğu bilinmeli.

Öncelikle film kesinlikle sinemada izlenmeyi hak ediyor. Görüntüsüyle, anlatımıyla, kurgusuyla, oyunculuklarıyla hakkını veren bir yapım. Oyunculuklara gelirsem, Mert Fırat, takdir ettiğim oyunculardan olmuştur, özellikle Başka Dilde Aşk filmindeki oyunculuğu zaten üst noktaya da çıkarmıştı ki, bu filmde çıtasını iyice yükseltmiş. Kendisiyle bir festival sonrası tanışma fırsatımda ise, birebir o mütevaziliğini hissettirmesi hakikaten kişiliğiyle ve oyunculuğuyla iyi yerlere geleceğini hissettirmişti. Bu film de oyunculuğunu rolüne çok iyi aktardığını söyleyebilirim. Kıvanç Tatlıtuğ ise kendini çok geliştirip, mütevazi halini filme çok iyi yansıttığını düşündüğüm bir oyuncu haline dönüşmüş. Ön yargılar olur, oyuncu geçmişiyle gelmediği için ki Kuzey Güney izlemediğimden son dönüştüğü hali hakkında çok fazla bilgim yoktu. Oyuncunun zayıf hali, karakteri yansıtan tırnak yemesi, kambur duruşu ve genel halleriyle rolüne çok iyi oturmuş. Hani filmde yerine başkasını koyamadığınız bir karakter haline dönüşmüş. Filmdeki tek göze batan oyuncu ise, Belçim Bilgin. Rol üzerine oturmadığı gibi bol geldiğini düşünmekteyim. Yılmaz Erdoğan'dan dolayı torpilli halini baştan sonra hissettirmekte. Filmin sadece son kısmında biraz bunu azaltsa da genel olarak baktığım da role yakışmaktan çok uzak olduğunu düşünüyorum. Keşke o role yakışabilecek daha farklı bir oyuncu seçilseydi, dört dörtlük bir yapımın, bu eksikliğiyle nazar boncuğu da sayılabilir.

Film uzun gibi gelebiliyor, fakat bir iki sahnesi harici bunu size hissettirmiyor. Bu açıdan bence çok başarılı. İnternetten okuduğum bir yorumda "Kelebeğin Rüyası uzun bir şiir, filmde kısaltılamazdı" sözü açıkçası çok doğru geldi. Filmin anlatımında, iki şairin veremden dolayı kısa süren yaşamlarını, çok iyi aktarıyor. İzlerken, aslında elimizde ne varsa kıymetini bilmemiz gerektiğinin altı fazlaca çiziliyor. Şairleri, aşklarını anlatan bir çok, şiire duyulan aşkı anlatan bir film olduğu için, açıkçası beni çok etkiledi. Ki bunu en güzel anlatabilecek insanlardan birisi Yılmaz Erdoğan. Zonguldak'ta yaşayan şairlerin yaşadığı bölgenin güzellikleri, yeşillikleri ve denizinin aktardığı, aşkın şiirlerle süslü hali gibi.. İnsana şiir yazdırabilecek, ilham aldırabilecek o kadar çok şey var ki, şüphesiz Aşk bunların tuzu biberi gibi filmde..

Filmde 2 söz vardığı çok beğendiğim. Birincisi "Acıya gerek yok, biz de yeterince var zaten." sözü çok etkileyiciydi. Sırf bu sebepten hemen not aldım galiba. İkincisi ise bir mektupta geçen "Unutmak değil ama hatırlamamak mümkün." sözü can alıcı cümlelerdi.

Sözün özü, gerçekten sinemada izlenmesi ve hakkının orada verilmesi gereken bir film. Bu tarz yapımlara destek verilmeli. Türk Sineması denilen ismin altına, adları altın harflerle yazılmalı. Çünkü bunu her şeyden çok hak ediyor. Şiire, şaire verdiği kıymet, ve bilinmeyenleri gösterip, adı çok duyulan ama kendisi günümüzde çok bilinmeyen bir hastalığın, iki gencin hayatını ne kadar çok kötü şekillendirdiği ve buna rağmen, yazmaktan vazgeçmeyişlerinin hikayesini aktarıyor.

Eşinin Rüştü'ye söylediği söz gibi: "Sen kötü şeyleri, çok güzelmiş gibi söyleyebiliyorsun."

Filmin özeti de bu söz gibi, kötü olanı bile güzel gösterebilmek, büyük başarı.[/vc_column_text][vc_video link="http://www.youtube.com/watch?v=Q4fMekvVqQ8"][/vc_column][/vc_row]

30 December 2011Comments are off for this post.

Sinema Günlüğü

[vc_row][vc_column][vc_column_text css=".vc_custom_1436781690906{margin-bottom: 0px !important;}"]Uzun zamandır sinemaya gidemeyen birisi olarak, bu hafta iki film ile tekrar başlangıç yaptım. Bunlardan biraz bahsetmek istiyorum.

Sherlock Holmes 2 - Gölge Oyunları

Sherlock Holmes'un ilk filmini izleyip tat aldıysanız, bundan da alacağınızı garanti edebilirim. Filmin yönetmeni Guy Ritchie, klasik bir filmine daha imza atmış. Çekimleri, kurgusuyla mükemmel bir yapıt ortaya konmuş. Bu noktada bir ismi daha unutmamak gerekli, görüntü yönetmeni Philippe Rousselot. Rousselot'u Big FishCharlie and the Chocolate FactoryConstantine gibi filmlerin görüntü yönetmeni olarak tanıyoruz. Filmin görsel anlamda üzerine laf edilecek pek fazla yanı yok. Animasyonlara çok aşırı bulaşılmadan, kullanıldığı bölümlerde de çok sırıtmadan tasarlanan, tertemiz bir film olmuş. Özellikle filmin slow-motion sahneleri, göz alıcı cinstendi. Bir çok planda bunları uygulamanın cidden zor ve emek isteyen bir şey olduğuna inanıyorum. Aksiyon devamlı sürdüğü filmin, ilk ve ikinci kısımlarında çok aşırı sıkan bölümler yoktu. Bu da sinemasal açısından sürükleyici bir anlatıma sahip olduğunu belirtebilirim. Tabii ki sizi aksiyonun içine katan, tüm duyguları yansıtan ve sizi filmin içerisine taşıyan önemli  bir isim daha var: Hans Zimmer. Hayranı olduğumu hep belirtsem de, gerçekten de başyapıtlar ortaya koyuyor. Eğer müziği de duymaya çalışan birisiyseniz, hem konu, hem görsellik, hem de müzik sizi tamamen filmle bütünleştiriyor. Bu açıdan da en az ilk film kadar başarılı olduğunu hatta, Sherlock Holmes serisini daha da ileriye götürdüğünü söyleyebilirim. İlk filmi sinemadayken kaçırmak zorunda kalan ve evde HD olarak izleyen birisi olaraktan, kesinlikle bu filmi sinemada izlemenizi tavsiye ediyorum. Pişman olmayacağınızı söyleyebilirim.

Son olarak söylemek istediğim, filmi Bahçelievler Büyülüfener sinemasında izledim. Açıkçası yaklaşık en az 2 senedir Bahçeli'de ikamet etmeme rağmen, bir türlü gidememiştim. Sinema adına çok aşırı büyük salonları olmasa da, üzerinizde gayet güzel bir etki bırakabiliyor. Şunu da belirtmek isterim ki, kime sorsam çok eskiden gittim dediği için, filme giderken herhalde tek başıma ya da bir iki kişiyle seyrederim gibi bir hissiyat olmuştu, ama salonun bi kısmı doluydu o açıdan da şaşırtıcıydı. Sanırım güzel filmler geldikçe, hafta içi bazı günler evde film izleyeceğime, oraya gitmeyi tercih edebilirim.[/vc_column_text][vc_separator color="white"][vc_column_text]

[/vc_column_text][vc_column_text css=".vc_custom_1436781682313{margin-top: 0px !important;margin-bottom: 0px !important;}"]

Görevimiz Tehlike 4- Hayalet Protokol

Bu sefer filmden bahsetmeden önce, başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Bazı filmler vardır, Görevimiz Tehlike serisi gibi. Aksiyonu bol, ama izlettirici olması açısından eh' denilebilecek durumlar. Ama yine de izlersiniz ve tatmin olursunuz izlediğiniz filmden, gerçekten de bu seri öyle filmler arasında. Filmi sinemada seyretmek istesem de, benim için ekstra bir izleme hissiyatı oluşturan şey IMAX salonları.. Saçma salak bir film olmadığı sürece hep gitmeye çalıştığım bir salon aslında ama zamanı denk getirmek bazen zor olabiliyor. IMAX'te Görevimiz Tehlike izlemeye gidince, hissiyatı başka oluyor. 3D filmleri çok seven birisi olmadığım için de, 2D oluşu beni daha da mutlu etti. Prodüktörlüğünü Tom Cruise ve J.J. Abrams'ın yaptığı filmin yönetmenliğini, Ratatouille, The Incredibles gibi filmlerden tanıdığımız Brad Bird yapıyor. Açıkçası yönetmen baya güzel sonuçlar çıkarmış. IMAX oluşundan dolayı, bazı sahnelerde göze batan netlik (focus) problemleri dışında, güzel bir filmdi. Animasyon açısından, Kremlin Sarayı'nın patlatıldığı sahnedeki animasyonlar biraz kötü kaçsa da, genel olarak güzel toparlanmış. Müziklere değinmek gerek gerekirse; Michael Giacchino, başarılı bir iş çıkarmış, bir çok sahnede orjinal Mission Impossible müziğini değişik müzik aletleriyle yerinde kullanışını ben çok beğendim. IMAX'in ses düzeniyle de, insanı yerinden hoplatırcasına seslerinde oluşu, filmin ses açısından da kalitesini üst noktaya taşıdığını söyleyebilirim. Sonra bilgisayarda izlerim demek yerine, IMAX imkanınız varsa gidip izlemenizi tavsiye ederim, IMAX imkanınız yoksa da, sinemada izlenmeye değer bir film olduğunu belirtebilirim. Finalde filmin içerisinden bir bölüme değinmek gerekirse, o da kuşkusuz BMW'nin i8 konsept arabası. Bir anda karşılaşınca insanın içinin geçtiğini belirtmek isterim.

Film hakkında resmi sitesinden bilgi : "Kremlin bir bombalı saldırı ile sarsılır. 'Impossible Missions Force' (IMF) için çalışan ajan Ethan Hunt ve ekibi bu saldırıdan sorumlu tutulur. ABD Başkanı, IMF teşkilatını kapatma noktasına getiren 'Hayalet Protokol' planını devreye sokar. Eğer ajan Ethan Hunt ve ekibi esas sorumluları yakalayamaz ise saldırının sorumlusu olarak kalacak ve tüm dünyada terörist olarak aranacaktır."[/vc_column_text][vc_column_text]

[/vc_column_text][vc_column_text css=".vc_custom_1501855964160{margin-top: 30px !important;}"]Son olarak söylemek istediğim, IMAX bambaşka bir dünya. The Dark Knight'ı IMAX'te ara olmadan tam gaz seyretmiş birisi olarak, The Dark Knight Rises filminin fragmanını da IMAX ekranında görüp, Hans Zimmer müzikleriyle de beni başka bir dünyaya taşıdı. 12 Temmuz'u beklemek biraz zor olsa da, açıkçası IMAX'te yine seyretmek istediğim bir film olacağı o da kesin. Yeni fragmanını da eklemeden geçemeyeceğim, iyi seyirler.[/vc_column_text][vc_column_text]

[/vc_column_text][vc_separator][/vc_column][/vc_row]

View